İdea Yayınevi / Ön-Sokratikler / Aziz Yardımlı
site haritası  
 
 
Felsefe Tarihi Kavramı
İnsan Doğası: Güzellik, Sevgi, Bilgi
İnsan salt Doğa değildir. Tinselliktir —, duyu, duygu ve düşüncedir. Salt doğal zorunluk değildir. Tinsel özgürlüktür.

İnsan Doğadan daha çoğu, aslında Doğanın karşıtıdır: Zorunluk değil ama Özgürlük, kendini yineleme değil ama gelişim, sonluluk değil ama Evrende salt kendi özünü bulmanın yalın anlatımı olarak sonsuzluk.

İnsan hiç kuşkusuz kendini etkinliğinde vareder, ama etkinliği yalnızca Doğayı biçimlendirmek değildir. Tinin gerçeği kendini biçimlendirmek, kendini kendinde ne ise o yapmaktır çünkü özgürdür. Tin kendinde tüm Gerçekliktir.

İnsan Doğanın bittiği ve Tinin başladığı yerde başlar. Buna göre ancak gizil tinselliğini etkinleştirdiği ölçüde kavramına hakkını verir, ancak tinsel uzamında tanrısal güzelliğe, duygunun özgürlüğüne ve düşüncenin sonsuzluğuna anlatım verdiği ölçüde anlamlı, değerli, ve gerçek kendisidir.



  • Oenone'nin Öyküsünün Okunması (1882)
    Francis David Millet; Amerikan ressam, yontucu ve yazarı; Titanic'in batışında öldü.
 
1) İnsan ona verili estetik Duyusallığın sonsuzluğuna ulaşmalıdır.
2) Ona verili Duygunun sonsuzluğuna ulaşmalıdır.
3) Ve ona verili Düşüncenin sonsuzluğuna ulaşmalıdır.



  • Mavi İyonya Göğünün Çatısı Altında
    Lawrence Alma-Tadema
 
Bu gizillikler onda tanrısallık dediğimiz herşeydir. Ona verilidirler. İnsan kendini yadsımaksızın bu özsellikleri yadsıyamaz. Bu onun vazgeçilmesi olanaksız belirlenimidir. Sevinci, Mutluluğu, Gerçeğidir.

1) Güzel Sanat insan duyusallığının sonsuzu ideal Biçimde anlatma etkinliğidir.
2) Duygu bir ve aynı sonsuzluğun tinsel dünyada yaşanması, insanın Sevgi yoluyla başkalığı yenme, Gerçekliğini kavramış insanlık ile Bir olma isteğidir.
3) Ama insanın gerçek doğasının düşünce olduğu düzeye dek, düşüncesiz duyu ve duygu salt birer soyutlamadır. Düşünce duyuyu ve duyguyu sonlu doğallığın üzerine, özgür tinselliğe yükseltir, onları insansallaştırır, onların gerçekliğidir. Bilim insanın düşüncesinde tanrısal olan ile özdeşleşme, bilincine tam olarak Gerçekliğin biçimini verme çabasıdır.



  • Bağbozumu Şenliği (1870)
    Lawrence Alma-Tadema
 
İnsan, değil mi ki Tindir, kendini en yüksek olana değer sayabilir ve saymalıdır.
:: Der Mensch, da er Geist ist, darf und soll sich selbst des Höchsten würdig achten.

"Gerçeklik için yüreklilik, Tinin gücüne inanç Felsefenin ilk koşuludur.
:: Der Mut der Wahrheit, der Glaube an die Macht des Geistes ist die erste Bedingung der Philosophie."

"Evrenin ilkin gizli ve kapalı özünün bilginin yürekliliğine direnç gösterebilecek hiçbir gücü yoktur; kendini onun önünde açmalı ve varsıllık ve derinliğini gözler önüne serip yararlanıma bırakmalıdır. :: Die zuerst verborgene und versclossene Wesen des Universums hat keine Kraft, die dem Mute des Erkennens Widerstand leisten könnte; es muss sich vor ihm auftun und seinem Reichtum und seine Tifen ihm vor Augen legen und zum Genusse gebe."

Hegel, Felsefe Tarihi, I (Heidelberger Niedershrift, 1817)



  • Gözleri Düşünceleri İle Dolu ve Uzaktalar
    Lawrence Alma-Tadema
 
Bu tinselliklerin dışındaki herşey insan kavramına, onun gerçeğine yabancıdır ve onu bir sıradanlık, değersizlik, anlamsızlık, ve giderek aptallık durumuna düşürür. İnsanın özsel doğası ile geri bilinç biçimleri arasındaki uyumsuzluğa bir içerleme olarak Nihilizm yalnızca insan gerçeğini olumsuz olarak doğrular. Ama bu köleliktir, özgürlük değil. İnsan ne olduğunu ancak ne olabileceği karşısında ölçebilir. Hayvan bu özsellikten yoksun olduğu için nihilist değildir.


  • Amfissa Kadınları (1887)
    Lawrence Alma-Tadema
 

FELSEFE TARİHİNE ZAMANSAL BAKIŞ AÇISI GEÇERLİ MİDİR?

Felsefe Tarihi kavramı erekseldir çünkü bu tarih homo sapiensin donatılı olduğu bilme yetisinin özgür bireylerin bilinçlerinde yer alan gelişimidir. Tin kendi özünün bilgisi ile doğmaz. Kendini bilmek için ilkin gerçek kendisini, özünü edimselleştirmeli, düşüncesindeki gizilliği düşüncesinin nesnesi yapmalı, bu varoluşta kendi kavramsal özünü bulmalıdır.

Felsefe Tarihinin başlangıcına
1) O Tarihin başından bakılabilir;
2) Ara bir zaman noktasından bakılabilir;
3) Ve bütünün bakış açısından bakılabilir.



  • Antik Yunanistan'da Bir Ziyafet (1880)
    Nordmann (fl.1880)
 

Felsefe tarihinde her ara aşama kendini bütün Gerçeklik olarak görür. Ve gene de kendini kendi içinden, kendi içinde kapsadığı bir sonraki aşama yoluyla ortadan kaldırır. Felsefe Tarihi usun kendi öz-bilincini kazanma süreci olarak ereksiz bir olumsuzlamalar zinciri, düşünce uzayının kötü sonsuzluğuna dökülen belirsiz bir yayılım, ilgisiz bir türlülük olamaz. Düşüncenin gizilliğinin açınımı olarak, bu açınımın bilincinin kazanılması olarak erekseldir, ilkesinin kendisi ereğidir: Kavramın kendi gerçeğini tam olarak kavraması.

Bu süreçteki her özsel felsefi dizge, giderek felsefenin, bilginin, bilimin kendisini yadsıyan dizgeler bile belirtik olarak onları önceleyen birikimin ışığında geliştirilir.

Hegel'in çalışmasına dek felsefe tarihine usun bütünlüğünü kavrayarak bakılmasının saltık önemini anlamış görünen felsefeci yoktur. Descartes'tın üstesinden gelemediği ikicilikten sonra, Spinoza ve Leibniz gibi ussalcılarda bile tekil kavramların dizge için temel alındığını görürüz. Daha sonra Kant, Schelling, Fichte, ve onların arkasından Schopenhauer, Nietzsche ve başkaları, ayrıca Locke, Hume gibi İngiliz görgücüleri, ve arkalarından pozitivistler ve giderek postmodernistler, her biri tekil bir kavramı geri kalanlardan ayırıp düşüncelerini onun çevresinde açındırmışlardır. Bunda tam olarak ön-Sokratiklerin yaptığı gibi yapmışlardır. Ama ön-Sokratikler durumunda kaçınılmaz olan tikelcilik Platon ve Aristoteles'in felsefelerinden sonra saçmalaşmıştır.



  • Bakhüs'e Bir Sunu (1889)
    Lawrence Alma-Tadema
 

FELSEFENİN TARİHSELLİĞİ VE GERÇEKLİĞİN ZAMANSIZLIĞI

Felsefe Tarihi ilkin Tarihi olmayan Gerçekliğin, değişmeyenin, başlangıcı ve sonu olmayanın bir "Tarihi" olarak baştan sona çelişkili bir kavram olarak görünür. Gerçeklik geçici ve yitici değilken, tarihsel olan ise özsel olarak geçici ve yitici olmalıdır. Gerçekten de Felsefe Tarihinde ancak ortadan kalkmaya açık olan yan bu tarihi oluşturma hakkını ve değerini kazanır. Ancak kendini ussal bütünde bir kıpı yapmaya yetenekli olan yan saklanır.

Öte yandan, bir oluş süreci olarak da Felsefe Tarihi kavramının kendisi yitişe belirlenmiş görünür. Felsefe Tarihine eşlik eden dışsal takıntılar (sofizm, kuşkuculuk, görgücülük, pozitivizm, nihilizm vb.) hiç kuşkusuz bu süreçte geçici olanı oluştururlar. Ama Tarih kavramını felsefeye uyguladığımız zaman bu özsel olarak onda gerçek olan yanı ilgilendirir.

Felsefe Tarihinin erekselliği insanın henüz Gerçekliğine erişmediğini ama erişeceğini imler. Gerçeklik bilinebilirdir, Varoluş anlamlıdır, İnsan değerlidir: Bunların tümü de bir ve aynıdır.



  • Sappho ve Alceus (1881)
    Lawrence Alma-Tadema
 

FELSEFENİN KAVRAMI

Tüm başka bilimlerin tersine, felsefenin bir ön-kavramı verilemez: Felsefenin ne olduğunu kavramak için birey ne denli değerli görünürse görünsün doğal bilincinin tüm bilgeliğini bir yana bırakmalı, bu tasarımsal içeriği bütününde yadsımayı göze almalıdır. Sokrates'in bilmeme tutumu, Descartes'ın yine bu tutuma bütünüyle eşit olan kuşkusu doğal bilince, kültürel koşullar tarafından bütünüyle olumsal bir yolda oluşturulmuş sıradan bilince duyulan güvensizliktir.

Kavramın sonsuz kurgul doğası sıradan bilincin sonlu görgül düzleminde kendini dolaysızca gösteremez. Gerçekliğin Bilinci doğal bilincin eriminin, biçiminin, değerinin ve anlamının ötesindedir, ve Gerçeklik doğal bilincin şu ya da bu köşesinde onu bütününde değiştirmeksizin yerleşebilecek bir başka bilgi parçası değildir. Bu iletişimsizlikten ötürü, felsefe eğitimini üstlenen doğal bilinç, doğal bilinç olarak kaldığı sürece, dikbaşlılık, kendini-beğenmişlik, kibir olarak kaldığı sürece, Gerçeği bu değersiz egoya uyarlamayı istediği, bu hiçliği Gerçeğin yargıcı yapmayı istediği sürece, saltık olarak felsefenin gerçek kavramına ulaşamaz. Kant'ın Eleştirileri sıradan bilincin bu kibrinin, bu kendini-beğenmişliğinin, bu dik-başlılığının anlatımından başka birşey değildir. Bu bilinç kendini Kavramda unutmaz, kendini nesnel düşüncenin özgürlüğüne bırakmayı başaramaz.

Felsefede imge, tasarım, genel düşünce, duyusal-algı, sezgi, duyum, duygu ya da giderek soyut, genel kavram vb. gibi ansal yetilerle değil ama kurgul düşüncenin alanında olduğumuzu başından kabul etmeliyiz — hiçbir ikircim, hiçbir bulanıklık, hiçbir belirsizlik olmaksızın.

İnsan usu doğal olarak açınır, ya da kavram üretimi özsel olarak usun kendi kaynaklarından gelişimidir.



  • Artık İsteme (1906)
    Lawrence Alma-Tadem
 

FELSEFİ AYRICALIK: ANCAK ÖZGÜR BİREYLER FELSEFE YAPABİLİR

Felsefe erdemi gerektirir ve bu nedenle ancak yürekli bireyler felsefe yapabilir. Köleler felsefe yapmaya özendikleri zaman ancak nihilizm ve pozitivizm yapabilirler. Bu özgürlüksüz bilinçler önyargıyı ayrımsayamaz çünkü yargının ne olduğunu bilemezler. Düşünmeleri duyguları tarafından güdülür ve düşünmelerine egemen olan dürtü ve itkileri göremezler. Kendini kandırmayı başka pekçok görgücüden daha iyi bilen David Hume'un dediği gibi, bu kafalarda "us tutkularının hizmetindedir." Ya da dosdoğru aptaldırlar ve felsefeyi sıradanlaştırırlar, onun bir görüş olduğu sanısı içindedirler.

Ancak gerçeklikten daha azını yadsıyanlar felsefe yapabilir. Kültür genel olarak bilgi ile değil, yararlı, pragmatik, görgül bilgi ile ilgilenir. Böyle 'bilgi'nin bilgi olmadığını anlayabilmek düşünceyi özgür bırakabilmekle olanaklıdır.

FELSEFE NİÇİN YALNIZCA BİRKAÇ ULUSA AÇIKTIR?

Despotizmin kendisi bir kültür, ama gelişime kapanmış bir kültürdür. Despotik kültürlerde felsefe, bilim, sanat gelişmez. Felsefe ancak düşüncesinde ve karakterinde özgür olan kültürlere açıktır. Bir kültürde felsefenin gelişmemesi düşüncesinin daha öte açınma olanağını yitirmesinin sonucudur ve yetersizlik yalnızca felsefe ile sınırlı değildir, ama bütün bir bilimler alanı, bütün bir inanç alanı, bütün bir estetik duyusallık alanı da geridir. O kültür yalnızca bilgisiz değil, ama ahlaksız ve çirkindir.

Tıpkı belli bir temel eğitimden sonra değişime, gelişime ve büyümenin kendisine son veren yetişkinler gibi, kültürler de tözsel biçimlerini kazandıktan sonra daha öte gelişimi reddeder, bütününde tutucu bir karakter kazanırlar. Kültür kendi yapısı ile çelişen tüm yenilikleri varoluşuna bir gözdağı olarak reddetmeye başlar, ve bireysel bilinçler kendi yapılarını bundan böyle değişmemesi gereken bir biçimler olarak sürdürmeye yönelirler. Yunanlılarda bireysel özgürlüğün önünde duracak bir rahipler sınıfı yoktu. İslamik tin ilk yüzyıllarında kulluk tinine boyun eğmeden önce felsefede ve bilimde Helenik birikimi daha öte geliştirdi. Modern dönemde Katolik Kilise tarafından bastırılan Latin tininden sonra Germanik tin düşünce özgürlüğünden yararlanmaya başladı. Dünyanın geri kalanı eski Mısırlıların, Mezopotamya'nın ve Yunan-Roma tininin yanında felsefesiz, inançsız ve sanatsız, ya da düşüncesiz, sevgisiz ve güzelliksiz kaldı, ilkel, barbar ve geri bir kölelik, kulluk ve köylülük tinine bozuldu.

FELSEFE VE MİTOLOJİ

Mitoloji bir inançtır ve inanç kendini gerçeklik değerinde gördüğü için sorgulanmaya izin vermez ve düşünmenin özgürlüğünü yasaklar. Bilgi ancak bilgisizliğin kabulü ile olanaklıdır.

Mitoloji içerdiği duyusal-imgesel öğeden ötürü hiçbir zaman sonsuzluk kavramına ulaşamaz. Duyusal öğe sonluluk, çokluk, tekillik belirlenimi altında durur, sonsuzluk, birlik, evrensellik değil. Bu düzeye dek, mitolojik dinsel bilinç hiçbir zaman dinsel Tanrı kavramının birliğini çıkarsayamaz. Mitolojik tanrılar çoktur, sonludur, yaratılır ve ölürler. İbrani tanrısı da başka tanrıların yanısıra durduğu düzeye dek, Yahudilik sözcüğün gerçek anlamında tek-tanrılı bir din değildir. Giderek, başka tanrıların varlığının kabul edilmesi durumunda Yahudilerin özel bir tanrılarının (YHW) olması bile Yahudiliği tek-tanrılı bir din yapmaz. Buna göre İyonyalı felsefecilerin arke kavramlarını dinsel bilinçten ödünç aldıkları görüşü geçersizdir. Gerçekte, tersine, Tanrının birliği kavramı felsefede gerçek Varlığın birliği kavrayışının bir izdüşümüdür. Eski kutsal metin yazarlarının yüzlerce yıldır çevrelerinde yer alan felsefi birikimin ayrımında olmadıkları düşünülemez.



  • Banyoda (1881)
    Lawrence Alma-Tadema
 

FELSEFEDE TÜRLÜLÜK

Bir birlik öğesinden yoksun olduğu sanıldığı düzeye dek, Felsefe Tarihinde sanki türlülük egemenliğini sürdürüyormuş gibi görünür. Oysa felsefe Gerçeklik ile ilgilenir, ve Gerçeklik, doğal bilincin de duraksamadan kabul ettiği gibi, Birdir, çok ya da göreli değil. Ve gene de Felsefe Tarihinin kendisi bu türlülüğün dolaysız kanıtı gibi görünür. Doğal bilinç için bu Tarih birbirinden ayrı, giderek birbirleri ile çatışan birçok felsefenin bir katışmacı gibi görünür. Bu görüngü konusunda bir yanılgı içinde olup olmadığını sorgulayacak kavramı henüz yoktur. Onun için, bu Tarihte bireysel felsefecilerin önesürümleri, önermeleri, dizgeleri, görüşleri vb. sergilenir, ve bir birlikten söz etse de, bu aslında tümünü aynı sepete doldurmaktan daha iyi değildir.

İnsan usunun evrensel birliği değişik kültürlerde, değişik çağlarda, değişik bireylerde düşünen usun özsel olarak bir ve aynı us olduğunu imler. Kavramların ya da onların bütünü olarak Usun kültürel bir yapı olmadığı, insan düşüncesinin evrenselliğinin insanın türsel karakteri olduğu düzeye derk, bütün bir Felsefe Tarihinde tek bir tin, tek bir us düşünür. Usun kendi bilincini kazanması süreci tamamlanmadığı sürece, gelişim sürecindeki türlülük görünüşü yalnızca usun kendi momentlerinin türlülüğüdür. Türlülüğün kendisi usun bir kavramıdır.



  • Yıkıntılar Arasında (1902-4)
    Lawrence Alma-Tadema
 

FELSEFEDE BAŞLANGIÇ

Felsefe Tarihinin ilgisiz bir türlülükler tablosu sergilemediği, bir gelişim karakterini taşıdığı herşeyden önce ön-Sokratik felsefelerin edimsel açınımları tarafından gösterilir. Yalın bir "başlangıç" kavramı bile bir süreci, bir gelişimi, bir ereği imler. Ön-Sokratik dizgeler henüz yalnızca gelişmekte olan bir bütünün ön evreleridir, ve önlerinde yatan gelişim olanağının kendisi dizgelerin eksikliklerini kaçınılmaz kılar. Ama felsefe tarihinin daha sonraki evrelerinde, giderek modern dönemde ortaya sürülen dizgelerde bile benzer tek-yanlılıkları gördüğümüz zaman, bunun imlemi bu dizgeler için ön-Sokratik dizgelerin hakkı olan özrün geçersiz olduğudur.

FELSEFE TARİHİNDE TÜRLÜLÜK VE GELİŞİM

Tarihin kendisinin bir oluş süreci olması ölçüsünde, Felsefe Tarihinde de bir gelişme yer alıyor olmalıdır. Türlülüğün dışsal, ilgisiz bir bağıntı olmasına karşın, felsefenin bir tarihi olması olgusu daha iyisini, bir iç bağıntının olduğunu imlemelidir. Felsefenin geçmişi ve şimdisi arasında yalnızca dışsal sürecin değişimlerini yansıtan zamansal bir adışıklık değil, ama geçmiş olanın şimdide olanı belirliyor olması anlamında özsel bir bağıntı olmalıdır. Bu özsellik tüm zamana ve yere bağlı kültürel koşullardan, kişiselliğin etkilerinden bağışık, bir bakıma özerk bir yanın olabileceğini düşündürmelidir. Burada tüm böyle olumsallıkların üzerinde ve ötesinde düşüncenin belirli bir yanı işliyor olmalıdır. Bir kez ilk başlangıcını yaptıktan sonra, felsefe ancak önceki felsefenin kazanımları üzerine gelişebilir. Tıpkı Tarihin kendisinde olduğu gibi, Felsefe Tarihinde de geçmişin gecesinde bir arı yitiş değil ama her zaman şimdiyi belirleyen bir tözsellik büyür.



  • Bir Öpücük (1891)
    Lawrence Alma-Tadema
 

ÖN-SOKRATİKLER ÜZERİNE TOPARLAMA

TARİHLER
Thales 624-546/5
Anaximander 611-547
Anaximenes 585-528
Pisagoras 580-497
Xenofanes 570-480
Parmenides 510-430
Zenon 490-430
Herakleitos 540-475

BÖLGELER
İyonya: Thales, Anaximander, Anaximenes, Herakleitos, Leukippos, Demokritos, Anaxagoras, Giritli Diogenes.
İtalya: Pisagoras, Xenofanes, Parmenides, Zenon, Empedokles

KAVRAMSAL GELİŞİM
1) İyonyalılar: Thales, Anaximander, Anaximenes. Evrenseli doğal belirlenim biçiminde kavradılar (hava ve su);
2) Pisagoras ve izleyicileri: duyusal-düşünsel Sayı şeylerin özüdür.
3) Eleatikler: Xenofanes, Parmenides, Zenon; duyusaldan özgürleşmiş arı kavram, Varlık. Belirli tikeli olumsuzlayan Eytişimsel Düşüncenin ilk edimi. Çokluk yanılsamadır (oluş yoktur, özneldir), yalnızca Bir gerçektir (yalnızca varlık vardır, nesneldir).
4) Herakleitos: Eleatiklerin öznel oluş sürecini nesnelleştirir.
5) Empedokles, Leukippos, Demokritos: yalın, özdeksel, durağan ilke.
6) Anaxagoras. Kendini belirleyen Nous, arı düşünce gerçek varlıktır.

Thales varlığın gerçeğini duyusal bir tasarım biçiminde, özdeksel su biçiminde aldı.
Anaximander to apeiron tasarımını arke olarak ileri sürdü.
Anaximenes için ilke hava idi.

Pisagoras felsefesi Kavramı arılığı içinde değil ama Sayı olarak kavradı.



  • Nymphe des eaux / Su Perisi (1917'den önce)
    Otto Theodor Gustav Ligner
Aziz Yardımlı / İdea Yayınevi / 2014